Üç kadın, bir İstanbul… Birbirlerinden farklı ve bir o kadar da aynı zamanda ve mekanda yaşayan üç kadının yüzleşme ve hesaplaşmalarina bizi de ortak ederek içine alıyor oyun. Kesişen ve ayrılan yollarinda yaşamı toplama çabaları ve dağılıp yitirilenler karşısında kucaklaşmalari içimizi ısıtıyor. Dağılanlara ve kucaklayabildiklerimize.
Oyun Hakkında…
“……içime bile söyleyememişim……”
Kendini gerçekleştirmeye çalışan ama her seferinde bastırılan, kaderlerine boyun eğmeye mahkum bırakılan, arada kalmış bu kadınlar aslında hiçbirimize yabancı değil.
Yüklenmiş kodlarımızın zincir şıkırtısı……zaman zaman hıçkırış-haykırış, yer yer suskunluk, kimi kez öfke; en çok da anlaşılma, anlama arzusuyla git gide birbirlerine yakınlaşırlarken bizim de içimizi ışıldatıyorlar.
Sancılarıyla, kırgınlıklarıyla, öfkeleriyle, hüzünleriyle, naiflikleriyle ve sevimlilikleriyle bizi de yüzleşmeye davet ediyorlar.
Ruha, zihne, tene, göze içtenlikle dokunabilmenin iyileştirebileceğini merhamet dilenmeksizin inceden inceye hissettirmesi, en çok da dizginlenmiş atlarımızın dörtnala koşturması izleyeni de sanki oyunun bir kahramanı yapıyor. Bu yönüyle bu oyunun yalnızca bir kadın oyunu algısını kırıveriyor.
Koskocaman balonlarımız bizi yalnızca seste birleşmeye çağırıyor:
Tak
Tik
Bam
Küt
Pıt
Şıp
“……işte bu kadar!…..”